31 Aralık 2015 Perşembe

DÖKÜLEN GÖNLÜMÜN SAÇILMIŞ İNCİSİ

     Aklımın bir köşesine yazdım tüm söyleyeceklerimi. Kazıdım milim milim ona söyleyeceklerimi. Fakat dile dökemedim. Her kelimenin emanetçisiydim aslında, ama sahibine veremedim.
Dile dökemedim söylemek istediklerimi, gözlerimden yaş misali aktı gitti dile getiremediklerim. Kimse anlamadı gözyaşlarımın anlatmak istediğini. Anlamayanlar gözüm ağlıyor sandı, ama bir kişi neden ağladığımı anladı. Aslında gözümün değil, gönlümün ağladığını anladı. Ve de oda ağlamaya başladı. Gözyaşlarımı gözyaşlarıyla teselli etti. Anlattıklarıma, gözyaşlarımı sildiği mendiliyle cevap verdi. Evet, evet ağlıyorduk, aslında ağlamıyor mana âleminde konuşuyorduk…
‘’Ey dökülen gönlümün saçılmış incisi gitme! Bırakma beni uçsuz anlamsızlıkların içine. Devretme gönlümü yaban ellere. Sustuğuma bakma, derdimi anlatamadığıma bakma namert ellerin vicdansız yüreğine beni bırakma. Sen bilmez misin ki vicdansız eller sarar sen gidince bu yüreği. Atma beni sensiz âlemlere. Dilim var lakin lisanım yok. Gözlerime bak hiç değilse, o kadar yaşanmışlıkların hatırına koy elini yüreğine. Susuşum seni yanıltmasın, sadece gözlerime bak. Eğer bir çift göz görürsen sadece, git ve geri dönme. Eğer kedini görürsen o gözlerde, kendini bende bırakıp gitme…’’
Bekledim, gözyaşlarımın anlattıklarına cevap vermesini bekledim. Sıra ondaydı, kapı oradaydı. Ya gözyaşlarımın anlattıklarına rağmen dönüp gidecekti, ya da kalıp cevabını verecekti. Daha dehşetli ağlayışıyla döktü oda içindekileri. Tane tane döküldü yüreğindekiler, ıslandı mendiller…
‘’Ey mana iklimimin yeşermeye yüz tutmuş baharı… Gördüm gözlerinde kendimi, çözdüm sendeki yerimi. Bakma gider gibi gözüktüğüme, sen aklımdayken, sen gönlümdeyken, sen ruhumdayken sensiz gidebilir mi bu beden?
Kalbim düştü yere, daha güzelini seni koydum kalbimin yerine. Bilirim yaban eller gitmemi beklerler. Gittiğim an binerler gönlüne, sıkarlar boğarlar manasız sevgileriyle. Ben elimi yüreğime değil, yüreğime seni koydum. Seni kendimde en derin yerde buldum. Ne arkamı dönüp gitmeye niyetim var, nede sana git demeye. Gel mana dolu, sevgi dolu yüreğinle. Kapıda tek gitmemi bekleyenlere inat, gidelim birlikte. Lisanı bir kenara koyup, gözlerimizle konuşalım…’’
   Emanetçisi olduğum kelimeleri verdim sahibine. Huzutluydum, mutluydum. En önemlisi ‘’O’’nluydum. Şimdilik susmuştu gözyaşlarımız. Söz olarak düşen her damla ile ıslanmıştı mendillerimiz. Islanmaya mahkûmdu mendiller. Çünkü daha çooookk lisan ile konuşulamayanlar olacaktı. Dilin tıkandığı yerde, gözler devreye sokulacaktı...
                                                   ESLEM

25 Aralık 2015 Cuma

ABLA CANDIR KARDEŞ CANAN...

İki çocuk annesiyseniz hayat iki kat daha zor..
Çocuklarınızın yaş aralığı oldukça kısaysa birsürü zorluk sizi beklemektedir. Küçüğün karnını doyururken büyüğün imrenerek sizi izlemesi içinizi parçalar. Bazen kardeşine karşı öyle davranır ki artık tahammül edemezsiniz. Sosyal hayat zaten sıfıra inmiştir. Tek başınıza asla dışarı çıkamazsınız. Hele ki gurbet elde kalmışsanız durum dahada vahim olur.! İki çocukla baş etmek, evdeki yığınla iş hepsi sizin psikolojinizi altüst eder. Bütün bunları yaşarken bir köşede kendinize vakit ayırmayı öyle çok istersiniz ki..
Bütün bu karmaşa içinde bırakın hayatı ve iki çocuğunuzla bir odaya çekilin. Gayet sakin olun küçüğü bırakın bir mindere ve ablasıyla(abisiyle) oyunlarını seyretmeye başlayın.
işte o an öyle değerli, öyle kıymetli bir anki tadını çıkarın onların oyunlarının, kızmadan.. Tabi sessiz küçük müdahaleler mutlaka gerekli. Küçüğün ablasına bakarken ki gözlerindeki ışıltı hiç bir çocukta yoktur. İki kardeş oynarken dünyanın en mutlu çocukları gibiler. Küçüğün gülümsemesi için ablasının sessizce karşısında durması bile kafidir. Bütün aşkların üzerinde bir aşktır işte bu abla aşkı. Ablanın uykudan kalktığında merak içinde kardeşini araması gözlerindeki hüzün ve endişe yoktur hiç kimsede ve onu bulduğunda ki mutluluğu görmeye değer bir tablo gibidir. Hiç bir ressam bu tabloyu çizemez ve hiç bir fotoğraf makinası bu andaki mutluluğu çekemez.
Eğer ilk çocuğunuz kız ise aslında üç çocuğunuz olmuştur :) Kızınızın sahiplenmiş olduğu bebeğinin birine, kardeşine uyguladığınız bütün işlemleri uygularsınız neredeyse. Bu bazen çok can sıkıcı bir durum olsada genelde eğlenceli ve çocuğunuzu kardeşinden biraz uzak tutmanın en iyi yöntemidir:) Anneler uyanık ve zekilerdir:) Küçük büyüyüp kendini kollayana kadar size çok iş düşmektedir. Bir maraton koşucusundan  daha hızlı hareket etmelisiniz evde, yoksa küçüğün başına heran bir iş gelebilir. 
Abla candır,kardeş canan...Cananına her şeyi yapsada kendisi, kimseye dokundurmaya kıyamaz küçük annemiz..Herşeye rağmen yaş aralığı yakın iki çocuk sahibi olmak çok güzel ve özeldir tadını çıkarabilene:) Hayat onların sevgilerini seyrederken dahada kolaylaşır belkide....

21 Aralık 2015 Pazartesi

HİÇLİK MAKAMI....

 Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Kimsin?”
“Hiç” demiş Hoca, “hiç kimseyim.”
Dudak bükülüp önemsenmediğini görünce,
sormuş Hoca: “Sen kimsin?”
“Mutasarrıf”ım demiş adam kabara kabara.
“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasreddin Hoca.
“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam...
“Daha sonra?..” diye üstelemiş Hoca.
“Vezir” demiş adam.
“Daha daha sonra ne olacaksın?”
“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”
“Peki ondan sonra?”
Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp “Hiiiç.” Demiş
“Daha niye kabarıyorsun be adam, demiş Hoca..
ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım:
‘hiçlik makamı’ında...



Ne olursak olalım hepimiz en sonunda bir hiç olacağız. Hiçlik makamının kıymetini en sonunda anlayacağız.Hiç ol insanoğlu hiç. En sonda olacağını en başta ol ki makamının kıymeti olsun. Makam seni kendine kabul etsin...

13 Aralık 2015 Pazar

Kim demiş MEVLANA ve ŞEMS öldü.Sen mevlana olursan elbet şems seni bulur...

Şemsimmm...
Adını Arapça lafzıyla dost ettim kendime,
Bir güneş misali doğdun yozlaşmış ömrüme,
Yaşadım mı sandın sensizliğimde,
Ben yokluktan varlığa geçtim seninle…
Ebrehenleşmiş nefsime, ebabil olup gelen sendin! Elindeki taşla nefsimi bozguna uğratan sendin! Senle nefsimi yenense bendim!
Islanan kirpiklerimden düşen her damla ile sana olan sevgimi en saf hale getiriyorum. Seninle sevgimi mertebeleştiriyorum. Acımı sana bakarak hafifletiyorum. Susuyorum ve sadece seni dinliyorum…
Ey ağlayışımı hisseden Şemsim… Acımın en dehşetli noktasındayken, ben bile kendime yetmezken, seni düşünmek, seni kendime yetirmek acımı noksanlaştırdı…
Yaptıklarımı korka korka anlatan bana, bağırırken bile beni düşündüğünü bildiğim ve yol gösteren olarak seçtiğim…
Sensiz geçen yıllarıma vahlarken, o yılları yaşanmamış sayıyorum şimdiden… Bir annenin bedeninde bir ceninim, yeniden büyümeye başlıyorum seninle… Senin yolunda saflaşmaya çalışıyorum belki de…
Sen duruşumsun Şemsim. Herkesi savunuşum, kendime gelince susuşumsun. Kimse hüznümü çakmasın diye gülerken, aslında bağrımı delen hüznümü gözlerimden anlayışımsın…
Hayallerimin yoldaşısın… Hayallerim gerçek olsun diye Rahman’a açtığım ellerimde ki bir cansın. Kurduğum hayallerin ortasında duran, hayallerimi hayalen olduransın. Norveç’e olan özlemim, merakımsın…
Aşkın sadece karşı cinse olacağını zannedenler seni tanımamışlar. İlahi dostluğumuzu anlamasınlar, seni benden almasınlar…
Peçenin ardına saklamaya çalışsan da ruhunun güzelliğini, gözlerin ele veriyor seni. Korkuyorum seni benden alırlar diye yada kendini benden alırsın diye…
Ruhunda ki çocukla bir olup elini yüzünü çamura bulayan Şemsim. Bende gelsem çocuk ruhumla, alırmısınız aranıza? Bularmısınız çamura? Senden önce temizliği beden temizliği sanırdım. Oysa sen çamurlu ellerinle saf kalmayı başarandın…
Mihr sana imrensin bugün. Mah seni görünce bulutların ardına gizlensin. Ömrüme mihr gibi doğdun, karanlığıma mah olup geldin. Geceme revağını, gündüzüme büteyranı saçtın.
Hz. Meryem gibi susan bendim, Hz. İsa gibi beni savunan sendin. Davanda çardağa gerilecek kadar haklıydın. Göğe yükselen İsa’ya kanat olan sen miydin?
Seni en güzele emanet etsem, dualarımda’’Rabbim Şemsimin sıcaklığını benden, sevgisini de senden eksik etme’’ desem… Rabbim de ‘’kabul buyurdum duanı kulum’’ dese, seni bana imtihan etse…
Ney’de ki sır gibi çözmeye çalışsam seni ruhumda. Odamda o sırrı çözmek için uğraşırken ney’im elimde, hattın diğer ucunda ki sendin sesinle… Leyla’nın mecnun’u vardı, Hz. İbrahim’in gül bahçesi... Peygamberimin ümmeti vardı, benim Şemsim neredeydi? Bekliyordum… Kapı açılışında, yağan yağmurda, imtihanımın en zor anında, her peçelinin gözünde, belki de oyun oynayan çocukta… Ha geldin ha geleceksin diye bekliyordum. Dışarıda oyun oynayan çocuktu bulduğum. İçindeki saflığı yok etmemiş, kendini oyuna ram etmiş masumdu gördüğüm. Ancak böyle olabilirdi benim Şemsim…

                                                             MEVLANAN 

9 Aralık 2015 Çarşamba

Bir dostun kaleminden...

İhvanım…!
Bir rastlantıydı tanışmamız
Tam da gözlerinin karasına takılıp düşecekken
Sen tuttun ellerimden
Bıraksaydın da boğulaydım varlığında
Hatta yok olaydım mahsunluğunda
İhvanım…!
Tamda  ümidimi kesmeye ramak kalmışken,
Geldin kış bastırmış yazıma
Çehrenin nuruyla avutuyorum şimdileri kendimi
Nazar ile bakarken sana
Teselli ediveriyor gülüşün beni
Ve hamd ile diriliyorum
Çamura bulanmaya ramak kalmışken
Boğazıma kadar acizliğe batmışken
Hızır mıydın ? Neydin sen
Tut  çatlamış ellerimden
Dün eskiciye satmıştım katılaşmış kalbimi
Sattım dediysem parada almadım
Yeter ki benden al bunu dedim
Taşlanmış bir kalp ile ha vardım ha yoktum
Dün varlığımı bir eskiciye sattım
Bugün varlığıma sende vardım
Kalp takviyesi gibi geldin kanı çekilmiş bedenime
Kalbim eskicide kalsın
Hatta bakıp bakıp ibret alsın
İhvanım…kalbimi verdim eskiciye

Seni  koydum kalbimin yerine…
                                                        Eslem